Baby Reindeer'dan İçeri
Evet ben de çoğunluk gibi oldukça etkilendim Baby Reindeer’dan. Gerçek olması ve tüm o sarsıcı şeyleri yaşayan kişinin senaryoyu yazıp başrolünde de oynamış olmasının yarattığı ekstra sahicilikle, yaşanmış bir olayın yeniden yaşanmasına tanık olmak mı beni çok etkiledi yoksa bir insanın kendiyle yüzleşip kendini aşma eylemini yani kendiyle olması beklenen monoloğu geniş kitlelerin önüne tüm ahrazları, tüm zayıflıkları ve yaralarıyla serip hadiseyi biz izleyiciler açısından ekran karşısında biraz vakit geçirip ayrılmaktan başka bir şeye dönüştürüp mesela bir grup terapisinde terapinin diğer özneleriymişiz de bu ağır seanstan sonra sarsılmış, yoğun düşüncelere dalmış duygusuyla bizleri bıraktığı, öznel bir meseleyi diyaloğa dönüştürdüğü için mi?
Peki neydi Richard Gadd’ı dizide Martha adıyla geçen bir kadın tarafından yaşadığı ısrarlı takibe maruz kaldığı ve bu olaydan hem kendisi hem yakın çevresindekiler olumsuz etkilendiği halde konuyu sonlandırmak için hakikatli bir hamle yapmaktan alıkoyan? Neden normal bir insan artık kriminal bir eyleme dönüşse de olumlanma ve beğenilme arzusuna yenik düşüp zarara uğrama pahasına bile olsa böylesi bir çılgınlığa -bilerek veya bilmeden- yol verir? Martha karakterinin ısrarlı takibinden kısa bir süre evvel yaşadığı, başta yalnızca iş odaklı başlamış daha sonra dostluğa evrilmiş TV yazarı Darrien ile ilişkisinde Darrien tarafından sistematik tacize uğraması ve tamamen savunmasız hatta bilincini yitirmiş haldeyken maruz kaldığı cinsel saldırılara rağmen tekrar kendini onun evinde bulması ve bu buluşmanın bir hesaplaşmaya dönüşmeden öylece kalıvermesi normal bir insanın kendine yaşatabileceği bir durum olabilir mi? Normal nedir? Kaçımız “normal” standartları dahlindeki şanslı kişileriz?
Bütün bunlar zihnimde tonlarca su taşıyan yüklü düşünce bulutlarına dönüştü ama yağması için yeterince anlamam gerekiyordu meseleyi. Birkaç hafta sonra tekrar izledim diziyi. Richard Gadd’ın kendisinin de farkında olduğu hem Martha hem Darrien karşısında böyle zayıf ve çaresiz kalmaya kendini kendi elleriyle ittiği boğucu döngünün bir noktasında kendisiyle yaşaması gereken bir monoloğu aniden sahnede seyircisi karşısında bir itirafa dönüştürüvermesi onun açısından da bardağı taşıran son damla, düğümün çözülmeye başladığına işaret eden bir dışavurum muydu? Bu en özel ve “normal” insanların dış dünyaya göstermekten imtina edeceği zayıf yönlerini olanca dürüstlüğüyle ortaya koymak da zayıf bir kişiliğin altından kolayca kalkabileceği bir şey olabilir mi? Bu sahnede cereyan eden itiraf, yüzleşme diyebileceğimiz şok edici olayın ardından internete düşen videoyu ailesiyle konuşmaya gittiğinde onlara sahnede bir erkek tarafından tecavüze uğradığından bahsettiği bir videonun internette olduğunu, ailesine karşı utanç yaşadığını ve onların kendisini eksik biri, eksik bir erkek olarak algılayacağını düşündüğünü söylediğinde babası da “ben senin gözünde eksik miyim” diye sorar. Peşinden Katolik kilisesinde çocukluğunda uğradığı cinsel saldırı nedeniyle bu soruyla oğluna aslında cevap verdiğini ve özdeşlik kurduğunu anlarız. Bu sahne o ana dek Richard Gadd’ın hem kendisinin hem de izleyicinin anlamakta güçlük çektiği soruların cevabıdır aslında. Gadd neden kendisini taciz edenlerle tam bir kopuş yaşayamıyor ve kendi ayaklarıyla kendini tekrar onlarla karşılaşacağı ortamlara sokuyor sorusunun cevabı işte tam olarak buradadır. Babasının küçük yaşta yaşadığı son derece ağır bir olay karşısında Katolik kilisesine, ailesine ve çevresine tek kelime edemeden veya etmeyi denese bile derhal susturulup bastırılmış olması, muhtemelen daha sonra tekrar tekrar en azından her Pazar o kiliseye gitmek zorunda kalmasının yarattığı travma yalnızca babasıyla sınırlı kalmıyor. Babasının kim bilir kaç kez yaşadığı ve çaresizce katlanmak zorunda kaldığı bastırılmış duygular hem farkında olmadan davranışsal yollarla hem de hücresel ve biyolojik yollarla Richard’a aktarılmış.
Buna dair yakın bir zaman evvel okuduğum, Türkçeye “Seninle Başlamadı” olarak çevrilmiş Mark Wolynn ‘e ait önemli bir çalışmadan söz etmek gerekiyor burada. Elbette bu çalışma da Mark Wolynn ile başlamamış. Travmanın aile içinde nesilden nesle aktarılabildiği üzerine ilk bilimsel çalışmayı yapan Bert Hellinger. Nedir Bert Hellinger ile başlayıp Mark Wolynn ile bugüne kadar uzanan bu çok önemli bilginin özü, ona biraz değineyim. Hellinger, önceki jenerasyonların vaktiyle yaşadıkları yıkıcı olayları -ki bunların önemli bölümü aile ya da toplum içinde ya sır gibi saklanmış ya da gizlenip fazla dillendirilmemiş olma ortak özelliğine sahip-, aydınlatarak bunların sonraki nesillere aktarılabilecek hücresel ve psişik değişimlere neden olduğuna dair tespitler yaparak aile terapisinin kalbinde ve ruhunda devrim yaratan öncü bir isim. Bir ebeveynin, kardeşin veya çocuğun erken ölümü, terk edilme, suç veya intihar gibi travmatik olayların sonraki nesilleri etkileyen güçlü bir faktör olabileceğini gözlemledi. Geçmişte yaşanmış ve kişide derin izler bırakmış travmaların da pozitif özellikler gibi sonraki nesillere aktarılabileceğine dair bir pencere açtı ve Mark Wolynn de tamamen kişisel nedenlerle çıktığı bir içsel keşif yolculuğunda Hellinger’in terapi yöntemleriyle tanışıp o süreçte içinde olduğu ve bir türlü anlam veremediği sıkıntının kaynağını bulup düğümü çözüp hem kendisini hem de kendinden sonra gelecekleri aynı karanlık döngünün içinde debelenme yükünden kurtarmayı başarmış oldu. Muhtemelen Richard Gadd’ın bu kişisel yolculuğunun, hesapsızca gelişen bir itirafla başlayıp seyirciyle diyaloğa dönüştüğü daha sonra büyüyüp Netflix dizisi formatında daha geniş ölçekli bir grup terapisine evrildiği sıra dışı tecrübeyle, babasından devraldığı tıpkı bir zamanlar babasının da kendi ayaklarıyla kendini istismar edildiği yere karşı koymaksızın götürdüğü döngüden, kendisinden sonra doğacak olanlarla beraber özgürleştirdiğini tahmin ediyorum.
Peki Bert Hellinger ve Mark Wolynn’in bize sunduğu bu olağanüstü bilgiler doğrultusunda konuyu kişiselden toplumsala çevirirsek nasıl bir manzarayla karşılarız biraz da bunu düşünelim mi? Sömürülen toplumlarla sömürge toplumların nesilden nesle aktarılan psişik ve moleküler değişimleri ve birikimleri sonunda tarihsel dönüşümlere ve devrimlere gebe midir?