HANDAN ..
Handan’ı tanıdığımda henüz dokuz, on yaşındaydım. Ankara’da yaşadığımız sobalı evden çıkıp kaloriferli eve geçtikten yani yokuşun bir ucundan öteki ucuna taşındıktan sonra tanıdım Handan’ı. Onu ilk gördüğüm anın tazeliğini zihnimin sahiplenme kabiliyeti düzenli aldığım ilaçların devamlılığında veya reglimin geçen ayın kaçında gerçekleştiğini hatırlarken görünmüyor ortalıkta ne yazık ki. Handan’ınsa kokusunu bile hatırlıyorum. Saçları bal rengi gür, dümdüz akardı sırtına doğru. Dişleri bembeyaz inci misali parlardı pembe dolgun biçimli dudaklarının arasından. Gamzesi vardı bir yanağında, gülünce insanın içini yakan bir çukur oluşurdu ela gözlerin altında, bakmaya doyulmaz. Çok tuhaf bir ses tonu vardı, kimselerle karıştırmanın imkanı olmayan. Seneler sonra bir yerde gözlerimi bağlasalar onu sesinden bile tanırım, o kadar nevi şahsına münhasır. Ondan öğrenmiştim neyin şık neyin yakışıksız olduğunu. İlk vatkalı bluzu onda görmüştüm. Birgün evine gittiğimde sevdiği sanatçı posterlerine ilk onun odasının duvarlarında rastlamıştım. Kazağın pantolon içine sıkıştırılıp bele kemer giyileceğini ilk onda görmüştüm. Gizli gizli sigara içip ardından belli olmasın diye naneli sakız çiğnendiğini de ilk onda gördüm. Burçlar diye bişey olduğunu ilk ondan duydum, müzik dünyasından haberler veren dergileri, TV programlarını ondan öğrendim Handan hepimizden hem fiziki güzellik olarak hem bilgi ve kültür anlamında daha ilerdeydi. Handan’ı tanıdıktan sonra sanki bir yokuş mesafesi değil bir kıta öteye taşındığımızı düşündüm zaman zaman. O bende pek çok kapıyı açtı, pek çok duyguyu uyandırdı, varlığından haberdar olmadığım pek çok şeyi Handan’la fark etmiştim. Sokakta yürürken veya beraber oyunlar oynarken başkalarının ona hayranlıkla bakışları, ondan etkilenişleri beni duygularımda haklı çıkarıp tasdiklediği için ona daha çok bağlanıyordum. Demek Handan benim bir yanılgım değil, herkesin benim gibi etkilenip etrafında tuhaf, olağandışı hallere büründüğü biriydi. Onun çevresinde her gün kendimi doğruluyor, tasdikliyor, tamamlıyordum ve tam da büyüdüğüm zamanlarda bana öyle iyi geliyordu ki bu hisler. Handan sadece hayranlıkla izleyip dostluk kurduğum biri değil, bana ailemden çok daha fazlasını verebilen bir parçam olmuştu. Daha fazla vakit geçirip evine daha sık gidip gelmeye başladıkça Handan’ın üç kız kardeş içinde en ufağı olduğunu öğrendim. Annesi, bizim çoğunluğu Alevi, Roman ve beyaz Türklerden oluşan mahallemizde türbanlı birkaç kadından biriydi. Ablaları da çok güzel ve havalılardı ama bence Handan hepsinden daha güzeldi. Babası o küçükken ölmüş. Annesi tek başına yüklenmiş bütün yükü. Şimdi Handan 14 yaşında, ablaları daha büyükler, hatta biri evli diğeri de nişanlı, eli kulağında düğünün. Handan’la vakit geçirirken annesinin kızlarına olan yaklaşımını fark ediyor onlardaki bu doğal neşe ve rahatlığın kaynağı olarak görüyordum çünkü o evde herkesin, bizim evde olmayan bir özgürlük ve hareket alanı vardı. Handan’ın misafiriyken odasında kimse bizi rahatsız etmedi hiçbir gün. Bense eve arkadaş çağırmaya cesaret edemezdim hep bu alansızlıktan ötürü. Evet bir odam vardı ama tam olarak bana ait değildi. Hiç kapısını kapatıp içinde istediğim gibi hareket etme şansım olmuyordu. Bir kez günlük tutmaya başlamıştım büyük hevesle. Resimler kesip yapıştırıyor, şiirler yazıyordum. Ama benim haberim yokken babam odamı karıştırıp bulmuş günlüğümü. Bir daha da yazmadım. Handan her anlamda çok farklı, çok ileri, çok şanslıydı. Yaratılıştan yaşama. Nadir görülen bir tür pembe kuğu gibi salınıyordu gölde. Onu izlemekten, onu takip ve taklit etmekten, onunla vakit geçirmekten muazzam bir keyif duyuyor evdeki yaşantıma dair olumsuz şeyleri bu sokağa, Handan’a yakın bir konuma taşınmış olmanın bedeli olarak algılayıp kolaylıkla sineye çekiyordum. Bu muhteşem ve tam zamanında gerçekleşen büyülü, şifalı, kurtarıcı karşılaşmamızı kutsarken her gün, birgün Handan gayet sıradan, olağan bişeymiş gibi onu istemeye geleceklerini söyleyiverdi.
-Seni istemek mi? Kim istiyor, kimden istiyor, neden istiyor hiç bişey anlamadım.
-Evet, dedi gözlerini kaçırdıktan sonra. Seneye bu vakitler evleniyorum.
Seneye bu vakitler, Handan 15 yaşında olacak. Bizim oyunlarımız, sohbetlerimiz, hayallerimiz, yazın bisikletle kışın kızakta yokuş aşağı yarışlarımız, haylazlıklarımız, makyaj denemelerimiz, flörtlerimiz, kimseye değil ama bitek birbirimize anlatıp paylaştıklarımız peki? Onlar ne olacak? Handan’ı bir an evli, gelinlikli duvaklı düşünmeye çalıştım. O kadar güzel bir kız olmasına rağmen zihnim kurgulayamadı o imajı bir türlü.
-Neden peki? diyebildim. Evlenince şu an yaşadığından daha hür, daha neşeli ne yaşayacaksın? Hayır, ben açıkçası çevremde evli ama evlendiğine pişman olmamış kimse tanımıyorum. Sen bu yaşta neden evlenmek istiyorsun Handan?
-Evlenip Hollanda’ya yerleşeceğim. Anneme daha fazla yük olmak istemiyorum. Yıllardır çok zorluk çekti tek başına. Kolay mı üç kız çocuk, erkek olsak yazın veya yarım gün çalışırdık. Onu da yapamadık, hepten yük olduk. Evleneceğim adam varlıklı bir aileden. Anneme yük olmadan yaşar hatta rahat ettiririm onu. Senin gibi Üniversiteye gitme hayalim yok benim. Liseyi bitirsem yeter.
Duyduklarıma inanmakta zorlandıkça oturduğum divanda gittikçe eriyip döşemenin içine gömüldüğümü hissettim. Yüreğim daraldı, nefesim zorlandı, avuç içlerim terledi, gözlerim karardı. Handan tüm güzelliğiyle bişeyler anlatıyordu, arada gözlerini değdirip çoğunlukla bakışlarını kaçıraraktan ama ben söylediklerinin çoğunu duyamıyordum artık. Başımın ve yüreğimin sıkışmasını az da olsa kontrol eder etmez eve gitmem gerektiğini söyleyip çıktım. Yaklaşık yüz metre ilerdeki evimize varana kadar sanki üç gün geçti. O kısacık yolda neler düşündüm neler planladım neler yaşadım.
O korkunç günün peşinden Handan’ı daha seyrek görmeye başladım. Ayrılık kaçınılmaz olduğundan acısını şimdiden eksiltmenin yollarını bulmak istiyordum ama bu sabah, öğlen, akşam perdenin ardından Handan’lara gelip gidenleri gözlememe engel olmuyordu. Onu daha az görsem daha az vakit geçirsek de Handan’ı sanki eskisinden daha çok düşünüyor ve haliyle daha çok özlüyordum. Artık doldurduğumuz müzik kasetlerini birlikte dinlemiyorduk ama ben Handan’a olan özlemimi anlattığını düşündüğüm şarkıları peş peşe kaydediyordum kasete, A yüzü ve B yüzü doldurarak. Handan’a verip dinlemesi için bırakıyor geri almıyordum kasetleri. Elbet bir gün kederimi duyar, anlar ve en nihayetinde vazgeçer bu yoldan diye. O özgürlüğüyle bir meltem gibi sokağımızda esen, güzelliğiyle, kahkahası, olgunluğu, sakinliğiyle hepimize iyi gelen Handan gidiyordu. Hem de başka bir kıtaya. Üstelik evlilik yoluyla. Peki tanıdığım diğer evliler gibi o da mutsuz olur ama ayrılamazsa? Hiç bu ihtimali düşünüyor muydu? Ne yapacaktı o vakit? Beni özler miydi? Yoksa aklına bile gelmez miydim? Ya kocası olacak o hergele kimse, Handan’a el kaldırırsa? Onun bakmaya doyulmayan pespembe yanaklarına koca elleriyle vurmaya kalkarsa? Ta Hollandalarda kim imdadına yetişir bu kızın? Sırf varlıklı diye verilir mi gül gibi çocuk uzak ellere? Benim yüreğim bile dayanmazken anası nasıl dayanacak bu işe? Düşündükçe aklımı kaçıracak gibi oluyor sabah akşam perde ardından Handan’ın yaşadığı apartman girişini, Handan’ın odasından çıkıp gizlice sigara içtiği balkonu gözlemekten alıkoyamıyordum kendimi. Evin o noktasına kitlenip birilerini gözlediğimi anlayan babam her zamanki gibi beni kimsenin aklına gelmeyecek orijinallikte ve kabiliyetimin olağanüstü ötesinde şeylerle itham edip aklına gelen hakaretleri saydırıp duruyordu ama umurumda bile değildi. Handan’dan bir işaret görsem anında harekete geçmeye hazırdım. Gidip onu bu yanlış yoldan dönerken yalnız olmadığını göstermeye ve kararında ne kadar haklı olduğunu söyleyen olmaya can atıyordum ama günlerce, aylarca beklediğim halde o an hiç yaşanmadı. Handan gitti.
Handan’ın uzaklara gitmesinden çok, Handan’ın uzaklara gitme sebebi beni bir anda birkaç yaş büyütendi bence. Bu gerekçeyi hazmedemiyordum. Yakıştıramıyordum. Her ne kadar geleneksel ve dindar gibi olsa da oldukça iyi, anlayışlı bir annesi vardı. Benim modern görünümlü anne ve babamdan daha rahattı pek çok zaman. Handan TRT’de gece başlayan pop, rock müzik programlarını kaçırmadan izleyebilirken ben sadece yılbaşından yılbaşına geç yatma iznim varken izleyebilirdim. Handan’ın istediği gibi giyinmesine, azcık makyaj yapmasına hatta gizliden sigara içmesine bile izin vermese de mesele etmezdi. Bu kadar çağdaş bir kadın nasıl olur da kızını 15 yaşındayken başka şehre değil, başka ülkeye hatta farklı bir kıtaya gelin gönderir? Bu gerçeği asla anlamıyor hazmedemiyordum. Handan gittikten sonraki yaz yine sürekli ailesinin yaşadığı apartmana bakıyor, giriş çıkışları kontrol ediyor, belki bir ihtimal onu görürüm sanıyordum. O yaz hiç görünmedi Handan. Ara sıra annesini semt pazarında görüyordum ama sormaya çekindiğimden selam verip devam ediyordum. Handan hakkında kötü bişey demese de, olumsuz bir durum varsa yüzünün şeklinden okurum gibi geliyordu. Soramıyordum. Her voleybol oynayışımda, her kahkaha atılışında, her yeni müzik kaseti dinleyip, gençlik dergisi karıştırdığımda , spor ayakkabılarımın bağcıklarını her bağlayışımda Handan’ı düşünüyordum. Benim yaşamımda ne kadar çok detayda hala yaşıyor o çocuk. Şimdi kim bilir neler düşünüyor, nelerle mücadele ediyor? Mutlu mudur acaba?
Ertesi yaz okuldan otobüsle geldiğim sokağımızda durakta inip eve yürürken hep önünden geçtiğim Handan’ın apartmanına bakmak geldi içimden, başımı kaldırıp o yana çevirdim. Apartman girişinde türbanlı, pardesülü bir kadın arkası dönük duruyor. Bu Handan’ın annesi olamaz çünkü o daha iri yapılı. Bir an durdum olduğum yerde, istemsizce ayaklarım o yana doğru yürümeye başladı. Yaklaştıkça bir koku geldi burnuma, çok tanıdık. Yoksa? Durdum kokuyu biraz daha içime çekip bekledim öylece. Apartmanın kapısı açılıdı. İçerden Handan’ın annesi bir puseti yürüterek çıktı. Sonra birlikte binanın giriş basamaklarından indirmek üzere puseti iki ucundan tuttular ve o anda yüzünü yola çeviren diğer kadını görebildim. Bu Handan. Olamaz. Olabilir mi?
Handan … seslendim, engel olamadım kendime. Duraladı olduğu yerde, kalakaldı sanki beni görebileceği dünyadaki son noktaydı burası. Yaklaştıkça yüzünde daha önce hiç görmediğim bir kaç çizgi ilişti gözüme.
- Bunlar yeni mi? demedim elbette, Handan bebek senin mi yoksa? diyebildim.
Türbanının kenarını kıvırıp saçını içeri ittikten sonra, bakışlarını benden alıp pusete doğru;
-Evet benim. Oğlum oldu, 5 aylık, ellerinden öper.
-Çok sevindim, dedim. Hiç sevinmeden. Allah bağışlasın. Seni gördüğüme çok sevindim Handan. Vaktin varsa buluşalım mı annemler akşama kadar yoklar, istediğin zaman gel, sohbet ederiz. Depeche Mode ve Cure albümlerini aldım, dinleriz istersen. Elmalı kek yapmayı öğrendim herkes çok beğeniyor. Sana kek yaparım müzik dinleriz ha, ne dersin? Çok özledim seni.
Handan’ın yüzündeki gam derinleşti gözleri nemlendi.
-Eşim gelecek birazdan. Bir yere gitmem uygun kaçmaz. Ben de seni gördüğüme çok sevindim.
Kokusu hiç değişmemişti evet. Ama karşımdaki gerçekten Handan mıydı bilmiyorum. Moda dergilerinden evvel modayı öğrendiğim o gamzesi yüzünü aydınlatan dopdolu tebessümüyle neşe saçan kız gitmiş, annesiyle aynı model giyinip ondan daha neşesiz gam sahibi donuk gözlerle bakan bir kadın gelmişti. Bir senede mi oldu bütün bunlar? Acaba vazgeçmek için, geri dönmek için bir şans olabilir mi? Bir ümitle bu keder yüklü karşılaşmadan olumlu sonuçlar doğmasını dileyerek eve gidip Handan’ın balkonuna her zamanki yerimden gözlerimi dikip bakmaya devam ettim, kaldığım yerden.
Ama değil Handan yanlıştan dönsün, bir daha ne Handan’ı görebildim ne de annesini. Birkaç ay sonra evi boşaltıp gitti annesi de. Sormadım nereye diye. Handan da daha gelmedi sokağımıza. Niye gelsindi ki? Beni görmeye değil heralde, uygun kaçmaz aile dışından biriyle görüşüp konuşmak, öyle değil mi? Şimdi yolda karşılaşsak ne ben onu tanıyabilirim ne o beni. Ne birbirimize doldurduğumuz kasetler kaldı ne onları çalan teypler. Hepten koptuk o günlerden sanki. Koparıldık mı yoksa?