Uzun bir aradan sonra merhaba. Bu defa siz sevgili okurlarım için bir değil iki filmi ameliyat masasına yatıracağım bir yazı hazırlıyorum. Başlık size vaktiyle yalnızca erkek izleyicilere açık olan, memnuniyet garantisiyle iki filmi peş peşe gösteren sinema salonlarını anımsattıysa eğer ne mutlu, zira maksadım tam da buydu.
Evet neden iki filmi birden incelemek istediğimi izah edeyim önce. Her iki filmin de senaryo yazarı ve yönetmeni kadın, her iki film de patriarkal sistemin çirkinliğini açığa vurma güdüsüyle yazılmış, çekilmiş ve “feminist” iddialar barındırıyor ama hakikaten öyle mi bakalım. Filmlerden biri Greta Gerwig’in Barbie ‘si, – o kadar uzun süre izleme iştahı duymadım ki- diğeri Carolie Fargeat’ın Substance ‘ı. Her iki film de bana göre karşı olduklarını iddia ettikleri her şeyi yeniden üretmiş hatta meşruiyet kazandırmışlar.
Mesela Greta Gerwig, kadın-erkek eşitsizliği gibi “global” meseleler listesindeki en birinci konuyu işlemek için neden Barbie’yi tercih etmiş olabilir diye düşündüm uzun uzun. Ya ABD’nin ileri demokrasisini Barbie ile götürme imkânını henüz bulamadığı ülkelerde kadın-erkek eşitsizliği onu ilgilendirmiyor ya da o ülkelerde Amerika’nın “sevecen ve medeni” eli ulaşmasa da böyle bir sorun olmadığını mı sanıyordu? Filmin Barbie oyuncak seti ile kadın-erkek meselesine değindiğinden de şüphe duydum sonlara doğru zira Barbie’nin yaratıcısı Ruth, aslında Barbie’nin güçlü kadını temsil ettiğinden bahsederken olayın tamamen bir “Barbie aslında iyi ama çevresi kötü” tandanslı uzun metraj reklam olabileceğine kadar uzattı işi fikir alemimdeki eleştiri perileri. Gerwig gibi sinemada politik söylemi olan az sayıda yönetmenden biri üstelik bir kadının Mattel şirketinin oyununa alet olması beni hem üzdü hem şaşırttı. Şirket demek öyle büyük bir gerileme içinde ki bu uzun metraj reklamda şirketin yönetim kurulunu aptal bir avuç adam olarak göstermekten kaçınmamış, elbette kâr arttırmak için her yolu rahatlıkla mübah görebildiklerinden yüzlerce milyon dolarlık bütçe için kesenin ağzını açmışlar. El kadar çocuklarımızın zihinlerine enjekte ettikleri toksik güzellik standartları da yanlarına kâr kaldı.
Filmde benim açımdan elle tutulur tek şey Ken karakterinin (Barbie World’den de plastik olan) gerçek dünyaya gitmesiyle patriarka ile karşılaşıp beraberinde kendi yaşadığı alana bunu aktarıp çevresine yaymış olması. Böylelikle yıllardır kadınların tekrar tekrar söylemeye çalıştığı tek bir şeyin filme yansımış olduğunu gördüm. Evet patriarka öğrenilen bi şeydir, teşekkürler Hollywood.
Bazı izleyicilerin Barbie’ nin Ken ile mutlu beraberliğe varan bir senaryo ile filmin sona ermemesine sevindiğini duyuyordum film henüz tazeyken. Uzun süre izlemeye direndiğim için yorum yapamamıştım ama geçen hafta kızımı kıramayıp izledim. İşte bu paragraf Barbie ‘nin bekar yaşamı tercih etmesiyle yapılan sona sevinenler için. Etrafınızda tamamen özgür iradesiyle bekar yaşayan kadınlara sorar mısınız bu tercihleri yüzünden genelde nelerle itham edildiklerini mesela? Ben size söyleyeyim, kadınlığınızı hatta normalliğinizi sorgularlar. Acaba erkeklerden hoşlanmıyor olabilir miyiz veya acaba vajinamızda bir sorun mu var? Barbie ‘nin vajinası yoktu hatırlarsanız. O kadar sevinmeyin, şayet Barbie ‘nin bir vajinası olsaydı o “mutlu son” kesin bulunurdu senaryoda.
Gelelim Substance ‘a. Agnes Varda ‘nın, Chantal Akerman ‘ın yetiştiği ve ürettiği Fransa’dan bu kadar Amerikan sinema anlatısının en banal en eril ve en lümpen örneklerine benzer bir dili nasıl yakalamış Coralie Fergeat inanılır gibi değil. Açıp baktım acaba geçmişinde Quentin Tarantino ile mesaisi var mı diye ve ne buldum dersiniz; önceki filmi Revenge (intikam) ‘de KillBill ‘den ilham almış. Bu tercihle ben ve benim gibi yüzlerce feministi üzse de beyaz hetero erkeklerin hegemonyasındaki sinema endüstrisinde oldukça puan topladığı kesin.
Substance ‘ı izlerken en çok rahatsız olduğum unsurlardan biri Elisabeth Sparkle karakterinin (Demi Moore) hayatının uzunca bir süresini dünyanın her yerinde oldukça adaletsiz ve kirli olan medyada geçirdikten sonra yaşı dolayısıyla işine son verilince neden bir kimyasala sığınıp güzelliğini ve gençliğini uzatmaya obsesif olarak tutunmaya muhtaç ama misal onun yerine yaşadığı absürtlükleri anlatıp gençlere hayatlarını kolaylaştıracak öneriler paylaştığı bir podcast yapmayı düşünmeyen biri olmasıydı. Kadınlar bu kadar çaresiz mi, hayatlarımız bize biçilmiş roller ve mesleklerle sınırlı olmak zorunda mı, nerde dişil yaratıcı enerji? Bir kadını bu kadar çaresiz ve üretkenlikten azade göstermeyi ben şahsen bir kadın sinemacıya yakıştıramıyorum. Yine erkeklerin belirlediği güzellik standartlarını cilalayıp gözümüze sokarken yenisi yüzünden pabucu dama atılan bir kadının çaresizliğiyle bir ucubeye dönüşmesi hangi kadın izleyiciye kendini iyi hissettirmiş olabilir? Filmde adı Harvey olan yapımcı belki bir noktada ettiğini bulur diye bekledim ama maalesef, hâlbuki artık gerçek hayatta bile bulan var.
Tek isteğimiz kadın senarist ve yönetmenlerin üretimlerinde kadın karakterlere bakışlarının onlara uyguladıkları çerçevenin bildik alışıldık erkek gözüyle ve kalıplarıyla olmaması ama nerde? Coralie Fergeat ‘yı anlamak için önceki filmi Revenge ‘e de baktım. Aman allahım! Başroldeki kadın ilk sahnede ağzında lolipop dolaştıran sarışın aptalken işler ters gidip olanca şiddete maruz kalıp öç almaya soyunduğunda güçlü kadın imajı çizsin diye saç renginin kahverengiye döndüğünü gördü bu gözler. Bilin bakalım kadınları kimler bu tip renk ve biçim kalıplarıyla etiketlere indirgeyip kategorize ediyor. Her iki kadın da kadın izleyiciye feminist bir distopya gösterdi, Kardashian normlarına bizleri mahkûm etti ve potansiyelimizi anımsamaktan biraz daha uzaklaştırdı bizi. Çok yazık.
Her zaman söylüyorum yine yeri geldi söylemenin; eğer kadınlar fire vermeden ilkelerine sahip çıkar patiarka ile iş birliği yapmazsa biz bu melaneti çok kolay alt ederiz. Aksi mümkün değil.
Substance'la ilgili kısma tüm varlığımla katılıyorum.