Evet bu bir film analizi, orijinal adıyla “Anatomie d’une chute” bizde “Bir düşüşün Anatomisi” olarak gösterilen ve Justine Triet ‘nin yazıp yönettiği, gösterime epey önce girip bol miktarda izlenmiş, ödüllerini almış, konuşulup yazılmış süper gerçekçi bu film üzerine ben de birkaç şey söylemek istedim. Bunca zaman sonra yazıyor olmam dolayısıyla da spoiler vermek hususunda cimri davranmayıp sahneleri, diyalogları didik didik edeceğim.
İlk sahnede şehrin epeyce dışında olan bir dağ evinde Sandra (Sandra Hüller) ile röportaj yapmaya gelen genç kadın öğrenci Zoe ‘nin keyifli sohbeti arasına, üst kattan ahşap merdivenlerden düşerek gelen evin köpeği Snoop’a ait lastik top sayesinde, evin diğer üyelerinin de o esnada evde olduğunu sadece resmimiz içinde olmadığını anlayarak giriş yapıyoruz filme. Sandra ve Zoe’nin röportaj için soru cevapları sürerken yukarda Sandra’nın oğlu Daniel’ı köpeği Snoop’u (Messi) yıkarken görüyoruz. Daha sonra oldukça yüksek bir müzik sesiyle yapılmaya çalışılan röportajın veya sohbetin tamamen kesilmesi ve Zoe’nin daha sonra buluşmak ve kaldığı yerden devam etmek üzere bu dağ evinden ayrılmasıyla henüz fiziksel olarak görmediğimiz Sandra’nın eşi Samuel ‘in (Samuel Maleski) evde olduğunu ve her nedense varlığını yüksek volümlü sesle bu iki kadının yapmaya çalıştığı işi adeta sabote edercesine belli ettiğini görüyoruz. Sonra Daniel, Snoop ile yürüyüşe çıkıyor ve eve döndüklerinde hala aynı müzik aynı volümle çalmaya devam ederken karlar üstünde Samuel’in kanlar içindeki ölü bedenini Daniel’ın görme engeli olduğundan köpeği Snoop ‘un fark etmesiyle anlıyor ve annesine sesleniyor. Sandra telaşla aşağı inerken kamera çatı katına çıkan merdivenleri, hiç açılmamış boru paketlerini, yalıtım ve inşaat malzemelerini ve ortalığa rastgele bırakılmış alet çantalarını dolaşıyor ve evin bir bölümünde yarım kalan birtakım işler olduğunu görüyoruz. Sonra polisler, soruşturma ve ifadeler birbirini izliyor. İfadelerin alınmaya başlamasıyla çocukları Daniel’in 4 yaşındayken babası Samuel’in ihmali nedeniyle geçirdiği bir kaza yüzünden görme engeli oluştuğunu, bu süreçte bir yılı sürekli hastanede geçirdiklerini ve hem Sandra hem Samuel için ağır bir travma, ilişkileri açısından zor bir sürecin başlangıcı olduğunu, maddi sorunları oluştuğunu ve Samuel’in yazar olmak istediği halde bir türlü bitiremediği romanın fikrini Sandra’ya verdikten sonra Sandra’nın üç roman daha yazdığını ve arada çeviri yaparak geçindiklerini öğreniyoruz.
Samuel’e yapılan ilk otopsi incelemesinde pencere veya balkondan düşerek mi başına öldürücü darbe aldığı yoksa düşmeden mi darbe aldığı tam anlaşılamadığından Sandra şüpheli olarak ifadeler verirken tutuklu yargılanmak üzere hâkim karşısına çıkıyor. Hâkime hanımın kör bir çocuk ortadayken anneyi tutuksuz yargılama kararı basın ve savcılık makamı tarafından acımasızca eleştirilince anlıyoruz ki hukukta “bir kişinin suçluluğu mahkeme kararıyla sabitleşinceye dek masumdur” şeklinde bildiğimiz o mühim ilke meğer Avrupa’da bile söz konusu bir kadın olunca geçerliliğini yitirebiliyormuş. Maalesef Avrupa’nın üstüne kurulduğunu iddia ederek övündüğü insani değerlerinin ne kadar boş ve yalanlarla dolu olduğunu devam eden Filistin işgal ve soykırımındaki genel tutumlarıyla acı şekilde tecrübe ettiğimiz şu günlerde sinema perdesine yansıyan hukuk ve toplum garabetinin de hangi seviyelere çıkabileceğine tanık oluyoruz. Mahkeme sürecinde savcı olaya tamamen cinayet, Sandra’ya da katil zanlısı muamelesi yaparken tek bir kez bile olaylar ve hakikatler üstüne değil, varsayım ve önyargılarla ilerlerken ne hâkim ne basın bu konuya eleştirel yaklaşıp engel olmuyor. Kitlesel bir delilik, adeta bir kadın taşlama izliyoruz. Avrupa’nın her fırsatta özellikle kadınlara karşı tutumunu eleştirdiği Ortadoğu ülkelerinden hiç de geri kalmayan örgütlü bir kadın düşmanlığının tıpkı ırkçılığı gibi, İslam ve Arap düşmanlığı gibi sinsice ve kurumsal işlediğini görüyoruz. Mahkemeye uzman sıfatıyla çağrılan hemen hemen herkes yalnızca kendi zihinlerinde yarattıkları ve Sandra’nın Samuel’i öldürdüğü bir senaryo üzerinde şekillenen yorumlarını aktarıyor mahkeme heyeti ve jüriye. Aralarından yalnızca bir uzman evin maketi ve cansız modelle yaptığı deneylerin video kayıtlarıyla hazırladığı sunumda Samuel’in vücut ağırlığında birinin Sandra gibi biri tarafından hem başına sert cisimle vurulup hem de o yükseklikteki korkuluklardan aşağı itilebilmesinin mümkün olamayacağını söylemesine rağmen savcı bu raporu alaya alıyor ve duruşmanın hâkimi bir kadın olmasına rağmen bu saçmalığa engel olmuyor.
Daha sonra Samuel’in defalarca üstelik Sandra’nın izni ve bilgisi yokken aldığı ses kayıt dosyaları ortaya çıkıyor. Burada da ahlaken ne kadar sorunlu bir durum olduğu ne tartışılıyor ne eleştiriliyor ne de Sandra’nın izni soruluyor mahkemeye delil olarak getirilirken. Hem de 11 yaşında bir çocuğun kendi ailesi hakkında duymasının ne denli sorunlu içeriklerle dolu olduğu mevzu edilmeden. Ama o esnada özel hayata saygısından ötürü Sandra eşinin bir dönem antidepresan kullandığını bile saklamaya uğraşıyor zanlı sıfatından kurtulmasına yardımcı olsa da bu bilgi. Bu ses dosyalarından da anlıyoruz ki Samuel hayatındaki tüm başarısızlıkların kaynağının kendisi olduğu gerçeğini kabul edemeyecek kadar korkak biriymiş aslında ve kitap yazamamasından çatıyı oda haline getirememesine değin her şeyi Sandra’ya yükleyerek sıyrılmaya çalışıyormuş bu sorumluluktan. Ve kendi ölümünü planladığını daha sonraki sahnelerde Daniel ile yaptığı konuşmadan anlıyoruz ama hayatına son vermeden önce yaptığı pek çok şeyin Sandra’yı şüpheli olarak göstermek üzere kurgulandığı çok açık. Nasıl olur da bir kadın eşinden daha başarılı olur, nasıl olur da her şeye rağmen çekip gitmeden direnir yeri gelir roman yazar yeri gelir çeviri yapar bir şekilde aileyi parçalanmaktan kurtarır böylesi toplumdan izole zor şartlarda süren bir hayata rağmen. Şaşılacak şey değil mi? Samuel kendi sıkıntılarını öyle büyük bir hırsla Sandra’ya yıkmaya çalışıyor ki zaman zaman onun anneliğini sorgulamaya bile cesaret edebiliyor. Hatta mağduru oynamak ona o kadar iyi geliyor ki “aldatılmış bir erkeğim ben” diye hedef şaşırtarak sorunların asıl nedeni olan meseleyi gölgelemeyi başarıyor. Dışardan bir göz olarak sinema perdesine yansıyan bu hikâyede izleyici halimizle bizim gördüklerimizi uzman bir psikiyatrist fark edememiş olacak ki mahkemeye davet edilen Doktor Jammal jüri önünde Sandra’ya adeta saldırırcasına sözünü kesmeyi bile göze alarak peş peşe sıralıyor Samuel’in bütün sorunlarının nedeni ve kaynağının karısı olduğunu. Bir doktorun hastasının ölümüne sebep olacak düzeyde sorun yaşadığına inandığı eşi, ebeveyni, hayat arkadaşı her kimse onu tedaviye davet etmesi beklenmez mi mesele o kişiyle birebir ilintiliyse, tabii normal şartlarda. Böylesi bir saldırıyı ve suçlamayı hangi bilimsel yöntem veya ekol açıklayabilir?
Sandra’nın filmdeki karakteristik özellikleri soğuk, hislerini kontrol edip fazla belli etmeyen ve nispeten daha güçlü bir duruşu olması da belki toplumun önyargılarında biraz daha belirleyici olmuştur zira zayıf, kırılgan ve kontrolünü çabuk kaybeden insanlara karşı daha merhametli olunduğuna dair bir genel kanı var ki bunun en büyük nedeni acıma duygusudur. İnsan maalesef acıdığı yani kendini acınan değil acıyan hissettiği okazyonları tercih eder. Bu insani zafiyetimizin bir masumun hayatına mal olabileceğini hiç düşünmeyiz ama bu ihtimal oldukça güçlüdür ve her an yaşanabilir. Sandra’nın avukatı Vincet ’ın söylediği gibi; “Sandra’nın tek hatası kocasının başarısız olduğu yerde başarılı olmasıdır.”
İşte hayat biz kadınlar için bu kadar vahşi. İster Fransa’nın ortasında ister İran’da bir kasabada. Sora’yı taşlamak filmiyle Sandra’yı cinayetle yargılamak arasında hiçbir fark yoktur. Dünya bizler için mayınlı tarla, nerede olursak olalım.