Hadi zihnimizde bir canlandırma yapalım. Güzel kokuların geldiği şık bir yoga stüdyosuna girelim. Az ilerde birbirinden lezzetli bir meyve suyu barı, altındaki dolapta organik sandviç, kek ve leziz atıştırmalıklar olsun. Onun biraz ilerisinde şık ve moda trendlerini yansıtan pahalı kıyafet ve aksesuar standı. Nefis kokuların birbirine karıştığı, incecik genç kadınların ve hoş erkeklerin dolu olduğu bir yoga stüdyosundasınız. Her biri binlerce liralık matlarını sererken marka taytlarını düzelten bu ince bedenler arasında olduğunuzu varsayın. Birazdan yoga pratiğinizi yapmaya başlayacaksınız uçucu güzel kokulu yağlar eşliğinde. Bu sahne huzurlu görünebilir; ancak yoga’nın ego ve maddi bağlardan özgürleşmeye adanmış kökenleriyle keskin bir tezat oluşturur. Bir zamanlar dünyevi arzulardan vazgeçişi simgeleyen bir yol nasıl oldu da milyar dolarlık bir endüstriye dönüştü?
Bu makale, yogayı sınıf mücadelesi perspektifiyle inceliyor: Hindistan’daki antik köklerinden günümüzün küresel wellness metası haline gelişini ve bu dönüşümün eşitsizlik, dışlayıcılık ve tüketim odaklı sistemlerle nasıl kesiştiğini ele alıyor. Aynı zamanda yogayı yalnızca bireysel huzurun değil, kolektif özgürlüğün pratiği olarak yeniden sahiplenmeye bir çağrıdır.
Biraz kişisel bir yerden gireceğim konuya; yoga benim hayatıma bir çare, şifa aradığım bir zamanda tam da bu ihtiyacı karşılamak üzere girmişti ve her gün bu karşılaşmaya duyduğum şükranı dile getiririm. Ama 2005 -2007 yılları arasında yoga eğitmenliğim esnasında bunun bir meslek olarak yaşamımda var olmamasına, yoga ile arama tam da bu makalenin konusu olan mesele nedeniye parasal ilişki sokmamaya karar vermiştim. Batının kendi dünya görüşü ve piyasacı anlayışıyla yoga’yı asimile edişine, bir zamanlar dünyevi arzulardan vazgeçişi simgeleyen bir ilimi nasıl da milyar dolarlık bir endüstriye dönüştürüşüne, kolektiften kopartıp bireyciliğe yönlendirişine tanık olunca kendi içime çekilip böyle bir “piyasa kültürü”ne kapılmayı reddetmiştim.
Yoga, antik Hindistan’ın spiritüel toprağında mokşa — acıdan ve yeniden doğuş döngüsünden kurtuluş — amacıyla doğmuştur. Bir egzersiz programı değil, etik yaşam kuralları (yama ve niyama), nefes disiplini (pranayama) ve meditasyon yoluyla içsel yolculuk, içsel dönüşüm sistemidir. Bhagavad Gita, Patanjali’nin Yoga Sutraları ve gezgin saduların uygulamaları, zihin ve maddi arzulardan kurtuluşu hedeflemiştir.
Tarihsel olarak yoga, lüks otellerde değil; ormanlarda ve mağaralarda uygulanmıştır. Amacı, ilahi olanla birliği deneyimlemek ve benlik yanılsamasını aşmaktı — bu da bugünün estetik Instagram gönderileri ve $200 taytlarıyla taban tabana zıttır.
İngiliz sömürge yönetimi sırasında, Hint spiritüel gelenekleri ya küçümsendi, ya da egzotikleştirilerek sunuldu. 19. ve 20. yüzyıllarda Swami Vivekananda ve Krishnamacharya gibi isimler, yogayı Batılı kitlelere daha kabul edilebilir göstermek adına bedensel yönlerini ön plana çıkardı. Bu da yoga’nın çok yönlü bir yaşam biçimi oluşunu ve derin felsefesini gölgeledi.
Bu süreçte yoga, Batı kültürü tarafından bireycilik ve tüketim penceresinden yeniden şekillendirildi. Bu da bugünkü yoga endüstrisinin temelini attı: yoga eğitmenliği sertifikaları, butik stüdyolar ve büyük ölçüde beyaz, şehirli ve orta/üst sınıf tüketicilere yönelik ürünler olarak tam da batı icadı bir materyale dönüştü. Köklerinden koptu, felsefesi sustu ve asimile edildi.
Bugün yoga, $80 milyarı aşan küresel wellness endüstrisinin temel taşlarından biridir. Ancak bu alana erişim oldukça eşitsizdir. Stüdyo ücretleri, pahalı kıyafetler ve zamana esneklik gibi engeller; işçi sınıfını, bekar ebeveynleri ve renkli toplulukları yoga pratiğinden uzak tutuyor. Yoga, “öz bakım” aracı olarak pazarlanırken çoğu zaman ruhsal bypass işlevi görür: sistemsel adaletsizlikler yerine bireysel uygulamalar önerilir.
Metalaşmış haliyle yoga, ayrıcalıklı kesim için bir kaçış olurken; marjinal toplulukların travmalarını doğuran köklü yapılar olduğu gibi kalır.
Birçok yoga stüdyosunda karşılaşacağınız manzara benzerdir: zayıf, beyaz ve sağlıklı kadınlar çoğunluktadır. Bu tesadüf değildir. Wellness endüstrisi, yogayı belirli bir sınıfa ve bedene aitmiş gibi sunar.
Yoga, birçok kişi için kültürel olarak yabancı, ekonomik olarak erişilemez veya duygusal olarak güvensiz bir ortam sunar. Yüksek fiyatlar, temsiliyet eksikliği ve kültürel öznellikten koparılmış uygulamalar; Siyah, Kahverengi, işçi sınıfı, engelli, kilolu, queer ve yaşlı bireyleri dışlar. Hindistan’da ise, kast sistemi yoga pratiklerinin içinde de ayrımcılığa yol açar; Brahman egemenliği -ki yoga uygulaması ilk olarak Brahman’ ilerle başlayıp gelişmişti-, Dalit ve Adivasi toplulukların bu spiritüel mirası sahiplenmesini engeller.
Ancak hala bir umut var. Dünya genelinde tabandan gelen hareketler, yoganın özgürleştirici gücünü geri kazandırıyor. Prison Yoga Project (Tutsaklar için Yoga Projesi), Decolonizing Yoga (Anti-sömürgeci Yoga), Accessible Yoga (Ulaşılabilir Yoga) ve bağış esaslı topluluk dersleri gibi girişimler, yogayı tekrar halkın malı haline getiriyor.
Bu yaklaşımlar, travma duyarlı öğretimi, radikal kapsayıcılığı ve politik farkındalığı merkezine alıyor. Yogayı seva (özverili hizmet), sangha (topluluk) ve dharma (doğru eylem) üzerinden yeniden anlamlandırarak; metalaşmış bireyci kültüre direniyor.
Yoga, sadece stresi yönetmenin değil; toplumsal yaraları iyileştirmenin ve dayanışmayı inşa etmenin de aracı olabilir.
Uygulayıcılar, eğitmenler ve insanlık olarak; yoga dünyasındaki konumumuzu sorgulamalıyız. Kimlere hizmet ediyoruz? Tercihlerimiz, dilimiz, fiyatlandırmamız kimleri içeri alıyor ya da dışlıyor? Çemberi nasıl genişletebiliriz?
· Erişilebilir, düşük maliyetli veya ücretsiz yoga programlarını desteklemek.
· Yoga alanlarındaki temsiliyet sorununu ve kültürel gaspları sorgulamak.
· Wellness dünyasındaki sınıf, ırk ve kast meseleleri hakkında kendimizi eğitmek, okumak, söyleşi ve toplantılara katılmak.
· Yogayı adalet için bir mercek ve eylemde şefkat pratiği haline getirmek.
Yoga hiçbir zaman performansla ilgili değildi — her zaman dönüşümle ilgiliydi. Hiçbir zaman benliği geliştirmekle değil — benliği aşmakla ilgiliydi. Yogayı tüketimden kurtararak onu reddetmiyoruz. Onu kaynağına döndürüyoruz: bir özgürlük, birlik ve hakikat yolu olarak.
Yoga alanlarını sadece huzur değil, cesaret alanları; sadece ışık değil, özgürlük alanları haline getirelim.
Namaste — bir etiket değil, bir yemin olarak: İçimdeki ilahi olan, sendeki ilahi olana eğilir — eşit, radikal ve istisnasız.
"Biz ayrı olduğumuz yanılsamasından uyanmak için buradayız." Thich Nhat Hanh
—— Selling Yoga: From Counterculture to Pop Culture by Andrea R. Jain
—— Undoing Yoga: Racial and Gendered Labor in the Yoga Industrial Complex by Meena Kandasamy
—— Bourdieu’s "Cultural Capital”