Biz Kimden Kaçıyorduk Anne? Dünyadayız ve Bunun Bir Çaresi Yok.
Duygusal dünyamızın, yaşam koşullarımızın, değiştirebildiğimiz ve değiştirmeye kudretimizin yetmediği durumların hem okuduğumuz hem izlediğimiz şeylerin üstümüzde bıraktığı etki açısından göreceli olduğunu söylemek mümkün. O nedenle kadınlar açısından ‘’Biz Kimden Kaçıyorduk Anne’’ dizisinin başka türlü bir açılımı olduğunu sanıyorum. Her şeyden evvel korkuların insanı nasıl dönüştürebildiğini, saf ve temiz bir genç kadından bir seri katile evrilmenin aslında ne kadar ‘normal’ olabileceğini, sevgisiz, korkunun hâkim olduğu ve aslında korunup sakınılması gereken bir aileden gelip yoğun ve derin bir sevgi bağı kurabilmenin sanıldığı kadar imkansız olmadığını, canavarlarla mücadele ederken canavara dönüşmenin hakikatteki açılımını ve tüm gaddarların, kötülerin aslında akraba olduğunu ve tüm bunların sadece bir roman veya film sahiciliğinde değil, günlük hayatta da mümkün olabileceğini ancak yaralı bir kadın izleyici hissedebilir. Genel izleyici için sürreal boyutta görünen pek çok olay aslında pamuk ipliğine bağlı birer yaşamsal gerçek olabilir ve anlatıyla daha derin bir bağ kurmak mümkün. Perihan Mağden’in aynı adlı eserini 2007’de okuduğumda o zaman gerçek üstü bir roman atmosferi olarak değerlendirdiğim hikâye, bugünün koşullarında bir kız çocuğu annesi olarak ve giderek kararan bir dünyada yaşam mücadelesi verirken bambaşka etkiler yarattı üstümde. Bu noktada dizinin senaryo uyarlamasını yazan Ertan Kurtulan’ı da tebrik etmek gerek. Yönetmen Umut Aral’ın özeni ve sahiciliği yitirmeden hikâyeyi sinema diline aktarması da övgüyü hak ediyor. Oyuncu kadrosu oldukça güçlü, sinematografisi sağlam bir yapım.
Bir sahnede Melisa Sözen’in canlandırdığı anne karakteri Bambi diye seslendiği ve Eylül Tumbar’ın canlandırdığı kızına çocukluğunda sahip olduğu köpeğini anlatırken onu şöyle tarif ediyor; ‘Deli ve kusurluydu, onu bu yüzden çok severdim. Her şeyden korkardı. Saldırganlığının nedeni buydu. Çok korktuğu için de korumacıydı bu nedenle çok havlardı. Nedenli nedensiz derin bir korku.’ Anne burada köpeğini anlatırken aslında kendisini anlatıyor. Zaten hayvan dostlarımızın bizlere benzemesi çok sık rastlanan bir durum. Annenin çocukluğunda sevgi göremediği ve sadece korkuyla bildiği anne ve babası olmuş. Sevgi yerine korkmayı öğrenmiş, korkularıyla başa çıkmanın yollarını deneyimlemiş. Sosyal hayatında nedenli nedensiz saldırgan halleri, sevdiğini tutkuyla sevip aşırı korumacı tavırları ve en önemlisi intikam almayı artık sıradan bir aksiyon olarak pratik hayata geçirmesi. Öyle büyük sevgisizlik ki artık bir eve bağlanmak bile ona hapishane çağrışımı yapıyor ve ev ile sevgi ilişkisini kızına ‘biz birbirimizin eviyiz’ cümlesiyle izah ediyor. Ailesiyle tüm bağlarını koparıp ev ve aile kalıplarını bile kaçılması, uzak durulması gereken şeyler olarak gördüğü halde neden ailesinin özellikle buzlar kraliçesi olarak adlandırdığı annesinin mirasıyla yaşıyor olduğuna pek anlam veremedim açıkçası. Böyle bir karakterin ailesinin servetine mahkûm kalmaktansa kendi ayakları üzerinde durmayı tercih etmesi ve çalışmayı, üretmeyi seçen biri olması bana daha mümkün görünüyor olsa da bu Perihan Mağden’in şahsi tercihleriyle ilgili sanıyorum.
Roman boyunca Anne ve Bambim diye seslendiği kızı, Felix Salten’ın yazdığı Bambi adlı romanı okuyorlar ve kendilerini romanın karakteri olan anne ceylan ve yavrusu ile özdeşleştiriyorlar. Bilinen bir sona doğru korku içinde yaşadıkları hayat annenin çocukluğunda alıştığı korku dolu yaşamından kopamadığı, başka bir şey bilmediği için tekrara düştüğü her ne kadar kızına bambaşka bir yaşam sunmaya çalışsa da bunu ancak kendi bildiği kadar yapabildiğini gösteriyor bize.
Peki bu kadın gerçek bir tehlikeden mi kaçıyor? Yoksa ilk kaçış başlangıcı geçmişi ve öznel hikayesi mi? Son bölümde kızına ‘benim cezam hatırlamak’ dediğinde anlıyoruz ki ne kadar kaçsa da unutması, arınması mümkün olmayan bir girdapta dönüyor. Hayatının erken döneminde ve ilk kez ailesinde karşılaştığı gaddarlığın yaşamının her dönemecinde her kaldığı otelde sokakta şehirde karşısına çıkıyor ve başka kurtulunması gereken hedeflere dönüşüyor olması be nedenle. Gaddar ve kötü olanların neredeyse birbiriyle aynı -aynı marka arabayla gezen- ya da sıkı bağlarla ilintili olduğu düşüncesiyle kimseye güvenmesi pek mümkün olmayan bu hayatta, büyüdükçe güzelleşen ve dikkatleri üzerine çeken biricik kızını koruma içgüdüsü bileniyor. Kızıyla kurduğu ilişkide yaşadığı yoğun sevgi bağı, çocukluğunda hiç görmediği için aslında bağ kurmayı bilemeyen, beceremeyen biri olarak nasıl gelişti anne karakterinde? Doğumdan sonra bebeğini hastanede bırakıp kaçmak istediğini itiraf eden ama kendisi gibi bir çocukluğa sahip olmasına razı gelmeyip dönüp onu hastaneden kaçıran kadın nasıl bu kadar güçlü sevebiliyor? Bu bebeğin hayatta onu kimsenin sevmediği kadar seveceğine inandığı ve annesinin kendisini yetiştirdiği gibi yetiştirmediği takdirde kendisi gibi olmayan tamamen zıt bir kişilik olacağını düşündüğü için ona tutunuyor. Zaten başka türlü hayata tutunmasının mümkün olamayacağını da birkaç yerde duyuyoruz. Annesi onu ne kadar sevmediyse o Bambisini o kadar çok seviyor. Daha ileri bir bölümde tehlikeli bir olayda Bambi annesine yardım etmek istediğini söylediğinde ’sen temiz kalmalısın’ diyerek engel oluyor. Kendi çocukluğunda dışardan muhteşem varlıklı ve elit ailenin sergilediği ‘mükemmel’ görüntünün altında yatan korkunç gerçeğe rağmen kendi yetişkinliğinde korumacılığı ve intikam duygularıyla gerçekleştirdiği gerçek kötülüğü kızına hiç hissettirmeden, ona mutlulukların en güzelini yaşatma çabası tezatların harmonisi adeta. ‘Hiçbir kötü anının ruhuna yapışmasına izin vermedim. Sen mutlu bir çocuksun, sen benim kızımsın. Bense annemin kızıyım’ dediği sahnede bu tezatlar harmonisine rastlıyoruz yine.
Kendisi nasıl güvensiz, korkularla dolu ve bunlardan ötürü saldırgan ve yaralayıcı ise sevgiye doymuş olarak yetişen kızı bir o kadar rahat, kolay ilişki kuran, uzlaşmacı bir karakter. Bambi bir ev özlemi içinde olduğunu annesiyle paylaştığında bile annesini kırmamak için bu arzusunu bastırmayı seçecek olgunluğa sahip.
Bir seri katil olarak karşımıza çıkan anne karakteri diğer seri katil karakterleri gibi izleyicide öfke, kızgınlık, nefret duyguları yerine başka türlü özdeşlik kurup içten içe sevdiğimiz biri oluyor. Bunun, anlatının diğer kişiliklerine bakınca gayet kolay olduğunu anlıyoruz. Bu iki masum, kimseye zararı olmayan, kendi halinde yaşayan kadının karşılarına çıkan otel personelinden taksi şoförüne kadar büyük çoğunluğun otoriteyle iş birliği içine girerek anne ile kızını birer ava, hatta avlanacak ceylana dönüştürmelerine borçlu olabiliriz. Yaşadığımız dünyanın vahşi bir orman, bazılarımızın ise av olduğunu düşünürsek, avcılarla iş birliği içindeki diğer hayvanlarla yaşamanın doğal sonucu olarak gelişen intikam duygularının içimizde bir yerlere dokunduğu kesin. Bu nedenle iyi olarak doğup ‘iyi’ bir yetişkin olarak yaşamayı sürdürebilmek pek gerçekçi olmayabilir. Ne de olsa dünyadayız ve bunun bir çaresi yok.